HANGİ HATALARINIZLA GURUR DUYUYORSUNUZ?
Soru biraz provokatif… Bir cevap belirdi mi zihninizde?
Belki bu soru hiçbir karşılık uyandırmadı, hatta tam tersine saçma buldunuz.
Bir ihtimal, hafiften hoşunuza gitti ve sizi düşünmeye, hatalarınızı gözden geçirmeye itti. Belki gerçekten “iyi ki yapmışım” diyebileceğiniz hatalarınız vardır ve bunu bulma isteği yarattı.
Ya da şöyle bir düşündünüz ve “hata” diyebileceğiniz hiçbir tercih / davranış bulamadınız. Bu, hata kavramının sizdeki izdüşümüyle ilgili olabilir. İstemediğiniz sonuçlara sebep olan seçimleriniz olmuş, ancak bunlara öğrenme fırsatı gözüyle bakmış, faydalı olabilecek çıktılarını alarak yolunuza devam etmiş, bu nedenle de “hata” olarak etiketlememiş olabilirsiniz. Veya her şeyi mükemmel yapmakla fazlasıyla ilgili olduğunuz için, hata yapmamak ana amacınız ve esas bununla gurur duyuyor olabilirsiniz.
“Hata yapmak” ve çocukluk dönemi
Bazı alışkanlıklarımızı ve bakış açılarımızı, kavramları anlamlandırmaya başladığımız çocukluk veya ilk gençlik döneminden bugüne taşımış olabiliyoruz. Zaman, biz ve deneyimlerimiz değişmiş olsak bile, bu eskiden taşınan bakış açıları, tıpkı sürekli giydiğimiz için temasını hissetmediğimiz rahat bir giysi gibi, farkında olmadan bizimle bütünleşmiş olabiliyor.
1983, aşk benzeri bir his beslediğim buz pateni sporuyla tanıştığım yıldı. İlkokuldaydım ve Ankara’nın kış gibi kışlarında açık havada kayıyordum. Özellikle Şubat tatilinde kah güneş, kah kar altında, klasik müzik veya pop şarkıları çalarken renkli eldivenler takmak, buz üstünde hızla yol almak, geri geri kaymak, soğuk havaya rağmen ısınıp paltoyu, montu çıkarmak gibi şeyler içeren büyülü bir tecrübeydi. Hata yapmamaktan memnun olmak deyince ilk aklıma gelen bu güzel resmin sebebi, buz patenini hiç düşmeden -evet, bir kez bile dengemi kaybedip popo üstü yere düşmeden- kıvırmış olmak. O yaşlarda hatasız olmak ve aferin almak büyük bir ihtiyaçtı benim için. Sıfır hatanın aferin’lik olduğuna inanıyordum! Patenle ilişkim ortaokulda düzenli olarak devam edecek, lisede ise yasal zorunlulukmuşçasına girdiğim dershane temposu başlayınca bitecekti. Doğrusu, ilgim bitmese de bu hobiye vakit ayırmam bitti. Eğer sürdürseydim, hatta kendi kendime değil de, ileri seviye ders alarak devam etseydim muhtemelen buz üstünde düşmekle tanışmam kaçınılmaz olacaktı. Bunu benden hocalarım da bekleyecekti belki. Figürler zorlaştıkça, risk alıp deneyeceğim şeyler çoğalacak ve öğrenme sürecinin kaçınılmaz ve normal bir parçası olacaktı. Şimdi düşünürken, şüphelenmeden edemiyorum: Kursa devam etmememin esas sebebi bu sezgilerim olmuş olabilir mi?
Hatalar ve “caizlik”
Hata yapmak, kavramsal olarak olumsuz. Önemine ve büyüklüğüne göre değişen şekillerde kayıp, zarar gibi maddi sonuçlar ya da pişmanlık, hayal kırıklığı, belki utanç gibi yönetmesi zor duygulara yol açıyor. Elbette bile – isteye yapılacak şey değil. Bu, bizimle ilgili kısmı.
Bir de diğer insanlarla ilgili kısmı var. Söz gelimi, işinizle ilgili bir hata yaptınız. Önemine ve büyüklüğüne göre yaşanacak sonuç da değişecektir. Ancak bundan etkilenecek sizden başkaları da varsa daha da istenmeyen bir durumla yüz yüze kalacaksınız. (Burada, hayati tehlike gibi hata kaldırmayan örnekler, konumuz dışı.) Bu bir raporlama hatası olsun, diyelim ki. Muhasebesel bir hata ise, denetimde sorun yaratma potansiyeli olabilir. Ya da sadece yöneticinize, yasal cezalara yol açmayacak, iç işlerinizle ilgili bir rapor hazırladınız. Bu sefer de durum tespiti veya stratejiyle ilgili yanlışlara sebep olabilirsiniz. Beyniniz, yöneticinizin durumu fark edip etmeyeceği, konunun önemi, fark edilirse ve önemli ise size ne gibi sonuçlarla geri döneceği gibi hızlı hesaplar yapacaktır. Müşteriye hatalı bilgi verdiğinizi ya da üslubunuzda isabetsiz bir ifade kullandığınızı düşünün. Sonuçları hem size, hem müşteriye, hem şirketinize olumsuz yansıyabilir. İşle ilgili konularda ayrıca geliriniz ve işinizin devamı gibi daha büyük riskler de söz konusu. Hatta ailemizin geçimini de bu şekilde sağlıyorsak, hata yapmaya yaklaşımımız daha da değişecektir.
Özel hayat ve ilişkileri düşündüğümüzde ise, “hata” kavramı bambaşka bir hal alıyor. Bizde yarattığı izlenim de, diğer muhatapların yaklaşımı da iş hayatından farklı olacaktır.
Ortam, durum ve ilgili taraflara göre üzerimizde yarattığı stres miktarı değişiyor. Kuralların daha net ve kesin olduğu yerde, sonucun öngörülebilirliği artıyor. Bu da hataya yaklaşımımızı belirliyor. Diğer insanlar söz konusu olduğunda sorumluluğun da artmasından yola çıkarak, sadece kendimizle ilgili olan bir konuda belki daha umursamaz olacağımızı düşünenler olacaktır. Ancak bu herkes için böyle değil. Çünkü herkesin, kendine yaklaşımı da aynı değil.
Özetle, hataların yol açtığı veya açabileceği sorunlar üzerine hepimizin, tecrübelerimizle pekişmiş bazı fikirleri var. Etrafımızda da hataların övüldüğünü pek görmüyoruz. Hemen herkesin kolayca ve sıklıkla yaptığı şey; bir diğerinin yanlışını bulmak, eleştirmek ve ne yapması gerektiğini söylemek. Bunu bazen muhataplarına doğrudan söylüyorlar. Bazen de sohbet konusu olarak bize anlatıyorlar. Bir kısmı gerçekten yardım amaçlı iken, büyük bir kısmı da aslında serzeniş. Bu da şu demek: hata yaptığımızda insanların nasıl bir tutum sergileyeceğini öğrenmiş durumdayız. Örneğin bir iş kurdunuz ve yanlış bir yatırım kararı alarak çok para kaybettiniz. Bundan dolayı sizi alkışlayacak birilerini bulmanız gerçekten zor. Ancak, yatırımınızın neden yanlış olduğunu uzun uzadıya anlatacak kişileri bulmanız kolaydır. Tüm bunlar, insanları hata yapmaktan korkar hale getiriyor. Büyük bir çoğunluk için ve çoğu zaman “hata yapmak caiz değildir” dersek, abartmış olmayız.
Korktuğumuz hatalar hangi kategoride? Bazen alışkanlıkla, hepsini aynı sepete koyuyor ve hak etmedikleri kadar büyük risklerle ilişkilendiriyor olabilir miyiz?
İstisnalar
Bazı güvenli alanlar var mıdır hata yapmanın normal ve hoş karşılandığı?
Genel olarak, amaç bir şeyi “öğrenmek” olduğunda kendi hatalarımıza da, başkalarının hatalarına da daha kabullenici yaklaşıyoruz. Sporda mesela -eğer yarışta değil de antrenmandaysanız - hata yapmak olumlu karşılanabilir. Burada da örneğin, bir futbol takımının seyircili antrenmanından söz etmiyorum. Çünkü orada yine işin içinde başka insanlar, maddiyat ve antrenman dahi olsa performans hedefi var. (Performans hedef olduğunda risk büyüyor!) Bir koşucunun kronometre kullanarak kendi en iyi zamanını geliştirmesi sırasında, defalarca bunu yapamaması pek de “hata” olarak adlandırılmayabilir. Çünkü zaten antrenmandadır ve istediği noktaya gelene kadar defalarca hedefine ulaşamaması adeta gelişim yolunun doğal ve beklenen bir parçasıdır.
Bisiklete binmeyi öğrenirken yalpalamak veya düşmek, araba kullanmayı öğrenirken stop ettirmek, profiterol yapmakta ustalaşırken hamurun kıvamını tam tutturamamak… Hepsi normal, hatta belki hoş karşılanacak hatalardır. Belki aklınıza, hata yapmanın normal karşılandığı başka örnekler de gelmiştir.
Ancak öğrenmenin değil de başarının hedeflendiği hallerde böyle olmuyor.
Performans gerektiren veya kısa zamanda kesin başarı hedeflenen bir durumda da, örneğin bir maçta veya yarışta, ya da işimizde yaptığımız hatalara da bir öğrenme süreci olarak bakabilsek, bu neyi değiştirir?
Kaçınılmaz ve üstelik gerekli!
Hata korkusu bazen bizi paralize edebilir. Olabildiğince yeni bir şey denemekten kaçınarak, mevcut pozisyonda kalıp riski azaltma güdüsü oluşabilir. Bu, anlaşılır bir tercih. Belli dönemlerde işe yarayabilir. Ne kadar uzadığına ve bizi nelerden alıkoyduğuna bakmak da faydalı olabilir. Durmuş bir saatle ilgili ünlü metafora tersten bakalım: Günde sadece 2 kere doğru olmak, kalan zamanda sürekli hatalı olmak demek! Yani, risk almamak ve hata yapmamak için hareketsiz kalmak, çıkış amacına – burada “Aman, hata yapmayayım!” güdüsüne - zıt bir durum yaratıyor. Var olmak ve yaşamak, hiçbir şey yapmadan dursak bile kaçınılmaz olarak hatalar yapmak demek. Sürekli kaçış çok mümkün değil. Yaşamın kodlarında var. Bir başka deyişle, son derece normal ve yaygın. İlerleme ve gelişim de ancak çeşitli hatalar yaparak oluşuyor. Bunun hayatın normal bir parçası olarak algılanması, rahatlatıcı olduğu kadar, ayağımızı basacağımız başlangıç zeminini de sağlıyor.
Yeni bir kültür: kutlamaları bile var!
İlerleme ve gelişime en çok ihtiyaç duyulan alanlardan biri olan ekonomiyi besleyerek sağlamlaştıracak bireylere ve işletmelere ülkelerin ihtiyacı var. Bu nedenle desteklenen girişimcilik ise; hata yapmanın yüksek olasılık olduğu, bir o kadar da anlamlı sonuçlar doğurabildiği bir alan. Başarıya ulaşmış ve dünya çapında iş yapan şirketlerin kurucularının daha önce başarısız olan girişimlerini duymuşsunuzdur. Bu başarısızlıklar ise, bugünkü yerlerine gelmelerini sağlayan kilometre taşlarıdır. Sadece girişimciler arasında değil, sanat ve bilim gibi alanlarda da ünlü isimlerin geçmişinde başarısızlıklar var. Bir örneğine buradan bakabilirsiniz.
Girişimcileri ve kariyerlerine yeni başlayacakları cesaretlendirmek amacıyla Finlandiya’da 2010’da üniversite öğrencilerince 1 gün olarak başlatılan “Başarısızlık Günü” etkinliği, büyük ilgi görünce ertesi yıldan itibaren popüler ve büyük bir etkinliğe dönüşmüş. Yükselişte olan bir ülke olan Güney Kore ise, 3 günlük “Başarısızlık Fuarı” düzenliyor. Güney Kore’nin bunu devlet destekli yapmasının ardında, sadece girişimcileri cesaretlendirip ekonomiyi besleme kaygısı değil, hata kabul etmeyen kültürün yol açtığı intiharları önleme amacı da var. Ülkemizde ise daha küçük çapta olmakla birlikte en az 5-6 yıldır İş Batırma Hikayelerinin paylaşıldığı etkinlikler ve Başarısızlık Zirveleri yapılıyor.
Kurumsal tarafta ise, “hatalardan öğrenme” ve “hatalar karşısındaki tutum” başlıkları gitgide daha çok gündem oluşturuyor. Çünkü, intihar kadar uç bir sonuca yol açmasa da, bir kurumda hatalara karşı takınılan tavır, o kurumun yerinde mi sayacağını yoksa yaratıcı yeni atılımlar mı yapacağını belirleyen şey. Bireysel olarak ise, eğer hatalarınıza öğrenme süreci olarak bakma fikri kafanıza yattıysa, iki soruyu samimiyetle kendinize sormanızı tavsiye ederim: Başkalarının hatalarına yaklaşımınız nasıl? Kendi hatalarınıza yaklaşımınız nasıl?
Nasıl ve ne zaman?
Diyelim ki, hata yapmaktan korkmamaya ve risk alarak yeni denemeler yapmaya karar verdik. Nereden başlamalı?
Konuya ve duruma göre ayrım yapmaksızın en büyük riskleri alarak korkuların üzerine gitmek pek iyi bir fikir olmayabilir. Çünkü hedefiniz, aniden önemli sonuçları olan ve sizi daha zor durumlara sokabilecek veya başkalarına zarar verebilecek durumlara yol açmak olmamalı.
Bebek adımları: Öncelikle, sadece sizi ilgilendiren ve daha cesaretli olmak istediğiniz konulardan birini seçerek, size daha az zor gelen küçük adımlarla başlayabilirsiniz. (Jim Carrey’nin başrolünde oynadığı 2008 yapımı “Bay Evet” (Yes Man)’i de motivasyon için izleyebilirsiniz.)
Deneme-Yanılma Yönetmi: Elinizde birden çok deneme şansınız olan herhangi bir durum varsa, bu yöntemi kullanabilirsiniz. Her hatalı sonucun, öğrenmeye giden yolu güçlendirerek sonraki benzeri durumlarda daha hızlı çözüm getirdiği bu yöntem, etkili bir öğrenme yöntemi.
Azim kostümü: Eğer eleştiriden çok etkilenen veya motivasyona ihtiyaç duyan bir yapınız varsa, yaptığınız ve yapacağınız hataları “Azim” olarak yeniden adlandırmayı deneyin. Tekrar denemekten de geri durmayın. Azimliler takdir edilir. Bunun bir azim hikayesi olduğunu hem dışarıya, hem kendinize göstermeniz aradığınız desteği size sağlayabilir.
Korkuyla dürüstçe yüzleşme: Yazıya dökün. Sizi endişelendiren konuyu tarifleyin. Neden endişelendiğinizi, olmasından korktuğunuz şeyleri listeleyin. Her bir olumsuz sonucun olasılığını ve eğer gerçekleşirse ne yapacağınızı da ekleyin. Yazarak ele almak, beyninizin sadece düşünürkenden daha farklı çalışmasına ve gereğinden fazla büyüttüğü şeyler varsa fark etmenize yol açacaktır. Ayrıca endişelerinizin, içinizden çıkıp kağıda döküldükçe ağırlıklarını kaybettiğini görebilirsiniz. Eğer analitik tarafınız baskınsa, elinizde detaylı bir yol haritası tutmak da size güç verecektir.
Sonuca değil, sürece odaklanma: Dikkat! Bu yöntem, aslında hedefiniz olmasa da, performans amaçlı durumlarda da başarıyı yakalamanıza yol açar. Yaptığınız bir işin sonucunun başarılı olup olmayacağını çok fazla merak etmek, performansı düşürür. Önce, sonucu aşırı önemli olmayan faaliyetlerden birini seçin. Sürecin içindeki küçük adımlara ve uygulamalara bütün dikkatinizi vererek onu izleyin. Örn., dikiş dikiyorsanız iğnenin iplikle birlikte kumaşa battığı ve çıktığı noktalara odaklanın, bir sunum hazırlıyorsanız her slaytta seçeceğiniz görsellere, renklere, anlatımınızdaki cümlelere odaklanın. Sunumun sonunda ne olacağından uzaklaşın. Bitmiş sürece şöyle bir bakın. Sonucu bana yazın:) (mail: ece@kendiyolun.com instagram: @ece_aga)
Zamana güvenme: Öğrenmek, zamana yayılan bir süreç. Bazen, olumsuz sonuç aldığınız bir adımınızın hemen ardından somut bir çıkarım yapamayabilirsiniz. Ancak orta veya uzun vadede, yaşayacağınız diğer olaylarla sentezlenerek size, bir noktadan diğerine ulaşırken katkıda bulunmuş olduğunu fark edebilirsiniz. Bunu fark etmek, bundan sonraki adımlarınızda daha rahat ve güvenli olmayı da getirir. Şimdi geriye dönüp düşünme zamanı. Can sıkıcı yaşanmışlıklarınız, daha sonra size ne katmış ve öğretmiş?
Başarısızlık Festivali’nin katılımcılara tavsiyelerine de bir göz atın derim. Zaten yapmadığınız veya normalde size ters gelecek olanları seçmek, en isabetlisi olacaktır:
• Bir şeyler deneyin ve başarısız olun! Nasıl yapılacağının bir yolunu düşünüp bulun.
• Hayranlık duyduğunuz insanların başarısız tecrübeleri hakkında okuyun.
• Yapması zor bir yemek hazırlayın. Pişirirken yakın.
• Instagram’da başarısızlık fotoğrafları paylaşın. (Tabii ki kendinize ait!)
• Facebook’ta utandığınız bir anınızı paylaştığınızda gelen beğeni ve yorumlara bakın.
• Önemsiz bir şey için gereksiz bir para harcayın veya uzun zamandır istediğiniz bir şeyi alın.
• Hoşlandığınız kişiye çıkma teklifi edin. (Maske ve fiziksel mesafeye dikkat!)
• Youtube’da “Başarısızlık" sözcüğünü aratın ve çıkan videoları izleyin. O insanların hiçbirinin amacının başarısız olmak olmadığını hatırlayın. Denemeden sonra olan normal bir şeydir bu.
• Hatalarınızdan öğrenin. Başarıszlıklarınızı nasıl başarıya dönüştürebileceğinizi düşünün.
Hata yapmak, cesaret kavramıyla yakından ilgili görünüyor. Bu yazının başlığı da bu ilişkiye vurgu yapıyor.
Denge
Hayatta sürekli bir şeyler deneyimliyoruz. Bu deneyimlere merakla, keşfetmek için bakmak, yolculuğu hem anlamlı, hem de zevkli kılıyor. Bir şeyler öğrenmek ise, tıpkı bir bilgisayar oyununda yeni seviyelere geçmek gibi, giderek öncekinden farklı deneyimlerle karşılaşmayı getiriyor. Hatalar, deneyimleyerek öğrenmenin ayrılmaz bir parçası. Bu öğrenme konusuna iki türlü bakabiliriz: İlk akla gelen ve yaygın olan, hatalardan öğrenerek bir daha tekrarlamamakla ilgilenen bakış açısı. Diğeri ise, dünyaya ve hayata ilişkin yeni bir şey daha öğrenmiş olmak, yani öğrenmiş olmak için öğrenmek.
Vahim sonuçları ve zorunlu performans hedeflerini bir kenara bıraktığımızda, hatasız olma isteğinin nereden kaynaklandığına ve neye hizmet ettiğine bakmak, bize yeni ufuklar açabilir ve iyi gelebilir.
Konuyu bambaşka açılardan ele alan iki alıntıyı aşağıya bırakıyorum. Yürüdüğünüz yolda hangisinin daha çok işinize yarayacağını düşünüyorsanız, alıp gitmeniz için:
“En çok hataya düşenler, kendilerinden kudretlerinin üstünde şeyler isteyenler ve kendilerini olduğu gibi kabul etmeyenlerdir.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
“Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.”
Samuel Beckett
Kaynakça:
http://www.exforsys.com/career-center/problem-solving/the-use-of-trial-and-error-to-solve-problems.html
https://dictionary.apa.org/trial-and-error-learning
http://itugirisim.org/once-dibi-sonra-zirveyi-goren-8-basarili-isim-unlu-isimlerin-basarisizlik-hikayeleri-serisi/
https://theculturetrip.com/europe/finland/articles/why-finland-has-a-national-day-of-failure/
http://dayforfailure.com/
https://qz.com/work/1714750/south-koreas-government-is-trying-to-teach-people-how-to-fail/
Kitap: İş Hayatında Zihin Oyunları – W. Timothy Gallwey