MERAK çocukların var olma biçimidir. Bakıyorum ve içim çok acıyor. Küçücük çocuklar ömürlerini psikologlarda/psikiyatrlarda dünya kadar ilaç içerek geçiriyorlar. Evet bazı çocuklarımızın belki büyük sorunları ya da rahatsızlıkları olabilir. Ama birçoğu ebeveynlerinin yüzünden bu mahkûmiyeti yaşıyorlar. Çocuk çok hareketli diye hemen ya çok yaramaz oluyor ya da hiperaktif diye gereksiz yere linç yiyor. Ebeveyn! çocuğun sadece merak ediyor merak…
Merak duygusu çok derin ve önemli bir konu. Ama şimdi sorsak anne babalara aman bu kadar merak iyi değildir derler. Daha çok geleneksel ailelerde görülen korku ve baskı ile büyüyen çocuklarda bu duygunun yokluğu görülür. Hiç bir şey sorgulamaz ve sorgulatmazlar. Aile büyükleri ve bulunulan çevre ne diyorsa, nasıl düşünüyorsa her şey o şekilde olur. Hatta bu çocuk birey olunca bile kendi fikri yoktur. Hangi okula gidecek hangi mesleği yapacak. Kim ile evlenecek kaç tane çocuğu olacak nerede ev alacak vs vs.
Aydınlanma çağı filozoflarımızdan John Locke “İnsan zihni doğduğu an boş bir levha gibidir.” Demiş. Şuan kabul gören görüş aslında insanın doğmadan önce de bilgiye sahip olduğudur. Bebeklerin anne karnında bir çok şeyi hissetmeleri, özellikle annesinin sesini tanımaları gibi. Ama, “insan zihni doğduğu an boş bir levhadır”. Sözüne biraz katılıyorum. Katıldığım nokta şu; bebekler doğdukları andan itibaren biz hissetmesek de çeşitli sorulara cevap ararlar. Bu sorulara cevap buldukça ve zamanla büyüyüp yeni sorular sordukça yeni cevaplar buldukça yeni deneyimler kazandıkça o levha doluyor.
Asıl önemli nokta ise; o boş levhanın zaman içinde ne kadar ve nasıl dolduğudur. O levhayı sağlıklı bir şekilde doldurmak istiyorsak çocuklarımızın merak duygusunun önüne geçmemeliyiz. Baskıyla korkuyla çocukları sindirmemeliyiz. Bebek ve çocukların esas işi bu merak etmek. Salonunuzdaki çekmeceyi karıştırsın, mutfağınızdaki dolapları açsın. Siz onu engelledikçe o içinde ne olduğunu daha çok merak edecek. Siz çekmeceden bardağı alıp kıracak diye endişe ediyorsunuz. Ama çocuk o bardağın ne işe yaradığını bilmiyor. O çekmeceyi kendi açıp içine elini atıp ne çıkaracağını merak ediyor sadece. Size bir şey söyleyeyim mi? Ben ne salonumdaki çekmeceleri ne mutfağımdaki ilaç rafını ne banyomdaki temizilik malzemelerinin bulunduğu dolabı boşalttım. Oğlum bunları her açtığında uzaktan müdahale etmeden izledim. Her seferinde bir şey getirdi. “bu ne anne” diye sordu. Bende tek tek cevapladım. Sonra 3-5 kereden sonra hiç açmamaya başladı. Çünkü merak ediyordu ve aradığı soruların cevabını buldu. Çocuğu bırakın her şeye özgürce el sürsün öğrensin. Sizde herhangi bir tehlikeye karşı uzaktan onu izleyin. Siz çocuğa; elleme, ona dokunma, o zararlı, onu kırarsın diyerek onun aradığı sorulara cevap bulmuyorsunuz. Çocuklar merak ettikleri kadar bu hayattan zevk alırlar. Cevap buldukları kadar da mutlu olurlar. Keşfettikçe heyecanları artar. Heyecanları arttıkça yeni şeyler ararlar. Ve o boş levha öyle güzel bilgilerle, öyle yaratıcı keşiflerle dolar ki; siz bile bir zaman sonra çocuğun size sorduğu sorulara inanamazsınız.
Bazı toplumlarda, kültürlerde çocukların yeni şeyler keşfetmesine sorular sormasına müsaade edilmez. Çünkü aile ya da içinde bulunulan toplum farklı olanı kabullenmez. Aile bireyleri son sözün hep kendilerinde olmasını ister. Otoritelerinin sorgulanmasını ya da otoritelerine karşı gelinmesini istemezler. Çocukluktan beri böyle baskıyla korkuyla büyüyen çocuklar büyüdüklerinde eş, baba, kardeş kısacası birey olmakta zorlanırlar.
Unutmayın; bu dünyaya ait bir çok şeyi siz bilebilirsiniz. Ama çocuğa bağırırken onun hiç bir şey bilmediğini düşünün. O daha zararlı-yararlı ayrımını yapamıyor. İyiyi kötüyü bilemiyor. Sadece siz o şeye ellemesin diye bağırdıkça çocuk korkuyor. Korktukça içine kapanık, kendisine ve karşısındakine saygı duymayan ya asosyal ya da hırçın biri olup çıkıyor. Evde siz bunu yaparken okulda da öğretmeni çocuğu köreltiyor. En basit örnek biz ortaokulda ya da lisede sınav notumuzu öğrendikten sonra öğretmenlere gider kağıdı görmek isterdik. Ama yıllarca öğretmenler eğer kâğıdına bakarsan verdiğim 20 puanı geri alırım dedi. Bunu üniversitelerdeki koskoca profesörlerde yaptı. Öğrenciye yapılmış en büyük saygısızlık bu olsa gerek. Çocuğu her şeyi olduğu gibi kabullenmeye zorlayan, hakkını aramasının önüne geçen bu davranışlar yüzünden bir sürü genç sustu. İşe girdiğinde müdürü ne derse onu yapan performansını sorgulama cesareti gösteremeyen bir birey oldu.
Okullara da burada çok görev düşüyor. Sayılar, rakamlar, coğrafya nasıl olsa öğrenilir. Ama çocuklar esas felsefi bakış açısını öğrensinler. Yabancı ülkelerde bunların örneği var. İlkokul çocuklarına öykülerle felsefe öğretiliyor. Hem dünyayı hem kendini hem çevresini anlamak için soru soruyor çocuk. Felsefi bakış açısı. Bizim toplumda saygı görmese de bir çocuğa kazandırılması gereken en önemli beceri budur. Soran sorgulayan, bulduğu cevapla yetinmeyen o boş levhası hiç dolmayan bir zihin. Esas ihtiyacımız olan şey bu. Sevgiler,